Alem Burda
  KİTAP ÖZETLERİ
 
                                    SEFİLLER

SEFİLLER KİTAP ÖZETİ Sefillerin konusu muazzam ve muğlaktır.jean valjean adlı bir köylünün ondokuzuncu asrın ilk otuz senesindeki maceralarını anlatır.valjean aç ailesini doyurmak için bir somun ekmek çaldığından bir kadırgada kürek çekmeye mahkum edilmiştir.defalarca kaçmak istediğinden mahkumiyet süresi 19 seneye çıkmıştır.nihayet 1815te serbest bırakılır.valjean şimdi kızgın ümidini yitirmiş bir adamdır.güney fransada D…. Kasabasına gider .bir kürek mahkumu olduğundan kimse onu barındırmak istemez .nihayet yaşlı ve çok iyi bir insan olan kasabanın pisikoposu onu yanına alır ve gayet nazik davranır.valjean onun misafirperverliğine piskoposun yemek takımlarını çalarak karşılık verir.polis kısa bir süre sonra onu yakalar ve pisikoposa getirir. Ama pisikopos polise yemek takımlarını ona kendisinin verdiğini söyleyerek onu bu durumdan kurtarır. valjean yıllar sonra gördüğü bu güzel hareket bütün fikir ve tavırlarını değiştirir ve yeni bir insan olur. Ondan sonrada pisikoposun güvenine layık olmaya yemin eder. valjean yıllar sonra kuzey fransaya gider ve takma bir isim altında ucuz mücevherat imalatçılığı yapar. İşi dolayısıyla şimdi biraz varlıklı bir insandır. Kasaba haklıda onu çok sever ve güvenir. Bu güven onu belediye başkanı seçilmeye kadar götürür. Kasabanın polis müfettişi javert ise tam bir dedektiftir ve başkanın kimliğinden şüphe duymaya başlar. Onun tamda gerçek kimliğini ortaya çıkaracağı sırada valjean adında bir diğer kişinin başka bir suçtan yakalandığını ve tekrar kadırgaya gönderileceğini haber alır. Bu durumdan çok mahcup olan müfettiş başkanından özür dilereyek istifa etmeye karar verir. Fakat başkanı istifayı kabul etmez ve tüm kasaba halkı artık ona sonsuz bir güven duyar. Fakat kısa süre sonra valjeanın vicdanı bu duruma elvermez ve mahkemeye gidip kendisini tanıtır ve kendi isteği ile tekrar kürk mahkûmluğuna döner. Birkaç sene sonra valjean kaçar ve kuzeye gider kapitalist olarak geçirdiği yılların mükâfatı olan parayı buraya gömmüştür. Para onu rahatça geçindirecek ve çevresine yardım etmesine de imkân sağlayacaktır. İlk işi cosetta adındaki bir kızı aramak olur. Kız bir zamanlar yanında çalışan fantina nın kızıdır. fantina kızına bakmak için hayat kadınlığı yapmaktadır. fantina artık ölmüştür ve kızı yetiştiren üvey anne ve babası ona kötü muamele etmektedir. valjean kızı evlatlık alır ve ona derin bir sevgi ile bakmaya başlar. Daha sonra birlikte parise giderler. valjean bir rahibe manastırında bahçıvan olarak çalışmaya başlar ve cosetta da manastırın okulunda okur. Bu şekilde senelerce güvenle yaşarlar. Cosetta büyüyünce Parisli bir öğrenci olan marius adında bir gençle ilgilenir. marius u büyük babası yetiştirmiştir. Yirmi yaşındaki marius yoksul bir hayat sürer. cosetta ve marius parisin luxemburg gardens adındaki parkında tanışırlar. Daha sonrada gizli gizli mektuplaşırlar. Olayların gerçekleştiği yıllarda ülkede iç karışıklıklar vardır. Sosyalistler 1832 de pariste hanedanlığa karşı bir başkaldırma hareketine girişirler marius ve arkadaşları bu isyanda yer alır ve sosyal adalete düşkün olan kim olduğunu ortaya çıkmasına aldırış etmeden valjean de isyana katılır. Valjean sokak çatışmasında eski düşmanı javerti görür ve onu bir kurşunla öldürebilecekse de o javert’i serbest bırakır. valjeanın bu davranışı javerti çok şaşırtır ve hayatında ilk defa bir mahkûmun kanuna saygı duyan birinden daha iyi bir insan olacağını düşünür. valjeanı yakalamak yerine intihar eder. Bu arada barikatlar ardında çekilen asiler çevrilir. Karşı tarafın kuvvetleri daha fazladır. Çarpışma sırasında marius ağır yaralanır. valjean onu sırtında taşıyarak yeraltındaki lağım kanallarına götürür. Burası hoş bir yer olmasada güvenlidir. Kendini tamamen kaybetmiş marius kendisini kimin kurtardığını bilmemektedir marius daha sonra büyük babasının evine getirilir. valjean cosetta ile mariusun arasına girmek istemez. Ama cosetta nın mariusu sevdiğini ve evlenmek istediğini anlar ve cosettaya yüklü miktar para vererek bir kürek mahkûmunun cosettayı mahcup düşüreceğini düşünerek inzivaya çekilir. marius ilk önce bunu kabul eder daha sonra hayatını kurtardığını öğrenince cosetta ile birlikte yaşlı adamın yatak ucuna giderler. Yaşlı adam ölüm döşeğinde seneler önce evliya görünümlü biri olan piskoposun kendisine hediye ettiği ve böylece gerçek ruhunu kazandığı yemek takımını cosettaya hediye eder ve her üçüde gözyaşlarına boğulur 

                                  
ŞU ÇILGIN TÜRKLER
 
 
Kitabın Adı :  Şu Çılgın Türkler
Kitabın Yazar :  Turgut Özakman
                                                    KİTABIN ÖZETİ
    Bu şahane kitap 20. yy.ın sömürgecilerine karşı bir ulusun verdiği onur mücadelesini anlatıyor. Bu topraklarda geçen, hiçbir satırı kurmaca taşımayan; tamamı Türk, Yunan, İngiliz devletleriyle uluslararası kurulların raporlarında, yerli/yabancı gazetelerde ve o günleri yaşamış insanların belleklerinde/anı kitaplarında belgelenen olaylar… Sadece belgelere atıfta bulunan dipnotlar kırk yedi sayfa sürüyor! Bu coğrafyayı,tarihi, bu Anadolu’yu bilmeyen yabancı bir göz okuduğunda yazar fazla abartmış diyebilir, yaşananlar öyle olağanüstü.
Yazar önce Mondros Mütarekesi’yle II nci İnönü savaşı arasında geçen dönemi özetliyor. Peşinden altıyüzelli sayfalık bir destan. Sanki elinde kamera varmış gibi bir Türk tarafına, bir Yunan tarafına; bir İstanbul’a, bir İngiltere’ye odaklıyor bakışlarını (Belki bu akış şekli kimi okuru rahatsız edebilir) . Ve bu ahlaksız işgale dağıyla, çiçeğiyle, insanıyla, hayvanıyla; canlı-cansız bütün varlığıyla topyekün direnen Anadolu’yu anlatıyor. Adını hiç duymadığımız, ama biz bilmesek de bu temele kanını harç yapmış,kefenine sarınıp ta işgalcinin
karşısına dikilmiş, kim bilir hangi gelinciğe kök olmuş binlerce insan… Adım adım, gün gün izliyoruz bu büyük mücadeleyi.
Gelelim romanın kahramanlarına: Osmanlı’nın imzaladığı Sevr antlaşmasıyla yurdu parçalanmış, toprakları santim santim satılmış; sal-tanat koltuğu uğruna sömürgecilere peşkeş çekilmiş bir halk var. Ama her şeye rağmen bu halkın küllerinden yeniden doğmasını sağ-layan biri, dönemin Britanya Başbakanı, Lloyd George’un istifa etmeden kısa süre önce “… yüz yıllar nadir olarak dahi yetiştirir. Şu talihsizliğimize bakın ki o büyük dahiyi bu yüz yılda Türk milleti yetiştirdi… Mustafa Kemal Paşa’ya yenildik.” demesine sebep olan biri,
Gazi…Ve bu zaferi Atatürk’le birlikte var eden İsmet Paşa, diğer komutanlar,erler, akıncılar, vekiller, köylüler, direnişe yardım için ayağındaki tek çorabı yıkayıp veren Deli Battal gibiler, kağnılarıyla cephane taşırken yolda ölen ya da doğuran Elifler, yaşadığı rahat hayatı bırakıp cephede gönüllü hemşire olan Nesrinler… Yani etiyle kemiğiyle, onurlu, namuslu, dürüst “Büyük İnsanlık”…
Savaştan galip çıkan devletlerin kuklası olan ve iktidardakilerin hırsı yüzünden gözünü Anadolu toprağı bürümüş Yunanistan. İnsanlık tarihine büyük katkıları olan bir uygarlığın şimdiki torunları. Büyük Yunanistan hayalinin peşinde Anadolu’ya gelip “ Büyük Felaket”i yaşayanlar. Kimisi vahşi kimisi insan, kahraman da var aralarında korkak ta… Vatanlarından deniz milleri, kara milleri uzakta çarpışan, bir zavallı hayalin uğruna heder olan Yunan gençleri. Ve bu iki halkı birbirine kırdıran emperyalist devletler. En başta İngiltere. Tam Sevr antlaşmasını imzalatmışken huzurunu kaçıran “Kemal’in Askerleri”ne elini ateşe sokmadan tokat atmak isteyen, asıl büyük derdi sömürgesindeki Müslüman halkların bu savaşın etkisiyle uyanacağı ve “Üzerine Güneş Batmayan İmparatorluk”un parçalanacağı endişesi olan İngilizler. Fakir ve geri kalmış Doğu’nun önünde uygar(!) ve zengin Batı’nın en büyük temsilcisi. İnsanların ölmesi umurlarında bile değil. bu sebeple –dengeler Türkler’in lehine değişene kadar- Yunanistan’a pek çok araç ve gereç satıyorlar, el altından silah ve cephane veriyorlar. Fransa, İtalya, Rusya … Hepsi bu büyük oyunun içinde az veya çok yer alıyorlar. Sonra hainler… Başta Vahdettin ve sadrazam(lar) olmak üzere işgalcilerden medet uman aciz yönetim kadrosu. Bir ham hayal uğruna doksan bin Anadolu gencini Sarıkamış’ta kırdırdığı yetmiyormuş gibi mücadelenin en kritik yerinde Anadolu’ya geçip iktidar olma hevesindeki Enver Paşa ve onun Meclis’teki yardakçıları. Basındaki İngiliz ve Yunan işbirlikçileri. En zorlu zamanlarda isyana kalkışan Delibaş Mehmetler, Çerkez Ethemler. Halkın içindekiler: Kasabalarını, Kuvvacıları, onurlarını satan eşraf, yerel yöneticiler, bazı din adamları… Asker kaçakları… Altmış bin kişilik ordunun otuz bini bazı işbirlikçilerin, mandacıların, teslimiyetçilerin söylediklerine kanıp,
kandırılıp silahlarıyla birlikte askerden kaçıyor. Düşman o esnada yüz yirmi bin kişi! 1911’den beri dört bir tarafta durmaksızın savaşan halkın içinden çıkan, direnişe inanmayan, bu savaşın diğerlerinden farklı olduğunu anlayamayan bu kaçaklara üzülmek mi lazım, öfkelenmek mi?
İşte Turgut Özakman bu romanda insanların, insanlığın hikayesini anlatıyor bize. Onun elli küsur yıllık emeğinin sonucundan bir kaç sayfada bahsedip geçmek mümkün değil aslında. Haddim olmayarak bunu yapmak ve sizlerle paylaşmak istedim. Artık ülkedeki siyasal düşünce tarzının tam teslimiyete dönüştüğü günümüzde, tam bağımsızlıktan başka bir istekleri olmayan bu insanlara ve onların destanını yazarak onlara en güzel anmayı yapan yazara bu sayfada şapka çıkartmak. Niyetim bu. Kitabın kalınlığına aldanıp okumaya gözü korkanlara bayağı magazinlerden, ucuz sitkomlardan, pespaye dizilerden uzakta, hüzünlü, acılı ama çok etkileyici birkaç saat vaat eden bu destanı mutlaka okuyun. Pek çok şeyin günümüzde yaşadıklarımıza ne kadar benzediğini görüp üzüleceksiniz ama ayırdığınız zamana değecek. Peşinden de Nazım’dan “23” centlik askere dair ile Kuvay-i Milliye destanını okursanız kendiniz için çok güzel işler yapmış olarak günü kapatacaksınız…
YAZARIN HAYATI
Turgut Özakman, 1930′da Ankara’da doğdu. Ankara Üniv. Hukuk Fakültesi’ni bitirdi. Bir süre avukatlık yaptı. Köln Üniversitesi Tiyatro Bilimi Enstitüsü’ne devam ettikten sonra Devlet Tiyatrosu’na  girdi. TRT’de Merkez Program Daire başkanlığı, Genel Müdür Yardımcılığı, Devlet Tiyatrolarında Genel Müdür Başyardımcılığı ve 1983-1987 yılları arasında Genel Müdürlük yaptı. 1988-1994 arasında Radyo-Televizyon Yüksek Kurulu’nda üyelik ve Başkan Yardımcılığı görevlerinde bulundu. Evli. Üç çocuğu, üç torunu var. 28 Eylül 1998′de, ‘üstün hizmetleri dolayısıyla’ Anadolu Üniversitesi’nce ‘fahri doktor’ unvanı verilen Özakman, sayısız esere imza attı. 2002 Nisanında Eskişehir Belediye Başkanlığı, açtığı ikinci tiyatroya ‘Turgut Özakman Sahnesi’ adını verdi.



 
  Bugün 3 ziyaretçi (7 klik) kişi burdaydı!  
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol